Köşe Yazısı | Yazan: Murat Fırat
Her
sanatçının bir dönemi olur derler. Kimi bir yıldız gibi parlar, sonra söner;
kimi sessiz sedasız kaybolur gider. Ama bazı sanatçılar vardır ki, onlar
zamanın ruhuyla yarışmazlar — zamanı kendilerine uydururlar. İşte Nilüfer tam
da bu sanatçılardan biri.
Türk müzik
tarihinde Nilüfer ismi, sadece bir ses değil, bir tavırdır. Sadece bir melodi
değil, bir duruş. Bu yüzden her yeni şarkısıyla, sadece kulağımıza değil,
ruhumuza da dokunur.
Son günlerde
yine sessiz sedasız ama güçlü bir adım attı Nilüfer. “Bir Güle Kandım” isimli
yeni şarkısıyla, bir kez daha müzik dünyasına adını yazdırdı. Ama mesele sadece
bir şarkı yayınlamak değil burada. Mesele, bu çağın hızına karşı sakin
adımlarla yürüyebilmek. Nilüfer bunu yıllardır yapıyor. Müzikal kariyerine
o kadar sadık, o kadar özenli yaklaşıyor ki, bir şarkıyı sırf gündemde kalmak
için değil, gerçekten anlatacak bir şeyi olduğunda çıkarıyor.
Bakın, “Bir
Güle Kandım”ın sözleri de müziği de Nilüfer’e ait. Bu detay, onun
kariyerinde nadir ama kıymetli bir yere sahip. Çünkü Nilüfer, uzun sanat yaşamı
boyunca daha çok başarılı söz yazarları ve bestecilerle çalışmış,
onların şarkılarına ses vermiş bir sanatçı. Ancak şunu da unutmamak lazım: Nilüfer
zaman zaman kendi iç dünyasından süzülen sözlere ve bestelere de imza attı.
Onun
kariyerinde, sesinden çıkan şarkılar kadar başkalarının yazdığı ama onun
ruhuyla başka bir anlam kazanan eserler de çok önemli bir yer tutuyor.
Aslında dinleyici, Nilüfer’den sadece onun yazdığı değil, başkalarının
hikâyelerini de onun sesiyle dinlemeyi seviyor. Çünkü Nilüfer’in yaptığı
şey sadece şarkı söylemek değil; şarkıya ruh katmak, şarkının hikâyesini
yaşamak. Yıllardır dinleyicisiyle kurduğu bu özel bağ da buradan geliyor
zaten.
Ve şarkıya
baktığınızda hemen hissediyorsunuz: Bu şarkı Nilüfer’in sesine yakışmak için
yazılmış değil — zaten o ses, o ruhla yazılmış. Özellikle nakaratındaki o
kırılganlık, o yorgun ama asil duruş, Nilüfer’in yıllardır biriktirdiği o hayat
tecrübelerinin melodik bir özeti gibi.
“Bir güle
kandım” diyor. Oysa burada bahsedilen şey, sadece bir aşk değil. Burada
bahsedilen, insanın kendi hayatındaki kandığı umutlar, inandığı masallar.
Her birimizin hayatında kandığımız “güller” yok mu zaten? Hayaller, sözler,
insanlar… Ama Nilüfer’in farkı şu: O, kandığı şeyleri romantikleştirmek yerine,
bir olgunlukla kabul ediyor. “Kandım ama büyüdüm” der gibi bir tavrı var
şarkıda.
Ve dikkat
edin, şarkının temposu da böyle. Ne tam bir hüzün, ne de bir isyan. Sessiz bir
kabulleniş. Tam anlamıyla bir “yastaba” şarkısı. Yani hüzünle baş başa kalıp,
aynı zamanda kendine iyi gelecek bir melodinin eşlik ettiği bir tür duygu
akışı.
Müzik
dünyası, çoğu zaman gürültüyle dolu. PR kampanyaları, sosyal medya efektleri,
TikTok akımları… Nilüfer bunların hiçbirine ihtiyacı olmadan yoluna devam
edenlerden. O, sesiyle değil; yaşanmışlığıyla şarkı söyler.
Şimdi
Amerika’dan Avustralya’ya kadar Türk diaspora’sı bu şarkıyı konuşuyor olabilir.
Belki listelerde ilk sıralarda yer almayacak, belki TikTok gençliği anlamayacak
bile. Ama önemli değil. Nilüfer’in yaptığı müzik, zamanın testinden geçmiş
bir müzik. Hemen bitmeyecek, bir kenarda bekleyecek. Belki bir gün, bir
gece, bir kalp kırıklığında tesadüfen karşınıza çıkacak ve diyeceksiniz ki:
“Ben de bir güle kandım…”
Sanatçılığın
özü işte budur. Sadece ses değil, bir ömür biriktirmek. Nilüfer bunu yaptı,
yapıyor, yapmaya da devam edecek.
Ve ben bir
köşe yazarı olarak şunu söylüyorum: Bazı sesler sadece kulaklara değil, kalplere
mirastır. Nilüfer, o seslerden biri.
Yorumlar
Yorum Gönder