Günümüzde sahne sanatçılarının kıyafetleri, neredeyse müzikleri kadar hatta
bazen ondan daha fazla konuşulur hale geldi. Özellikle Ece Seçkin gibi genç ve
popüler isimlerin sahnede tercih ettikleri cesur kıyafetler, sosyal medyanın ve
magazin gündeminin ana malzemesi haline geldi. Oysa bir zamanlar, 80’ler,
90’lar ve öncesinde, sanatçılarımızın sahne performansları, müzikleri ve
sanatları konuşulurdu. Kıyafetleri de olsa bile, bunlar sanatın bir parçası
olarak algılanır, dikkatlerin odağında daha çok müzik ve sanat olurdu.
Bugün geldiğimiz noktada, sanatçıların giyim tarzları, sahnede ne giydikleri
öncelik kazanırken, müzik ve sanat genellikle geri planda kalıyor. Bu durumu
sadece bireysel tercihler ya da medyanın magazinleştirme politikası olarak
değerlendirmek eksik olur. Bu, aynı zamanda toplum olarak içinde bulunduğumuz
sosyal ve kültürel dönüşümlerin, değer yargılarımızın, hatta estetik algımızın
bir göstergesi.
80’lerin ve 90’ların kadın sanatçılarına baktığımızda, Ajda Pekkan, Sezen
Aksu, Şebnem Ferah gibi isimlerin de sahnede cesur kıyafetler giydiklerini
görürüz. Ancak o dönemlerde bu cesur kıyafetler, bir şekilde sanatın
tamamlayıcı unsuru olarak algılanır, gündemin asıl konusu müzik olurdu. Belki
medya ve kamuoyu o dönemlerde sanatçının giydiği kıyafetten çok, onun yarattığı
müzikle ilgileniyordu. Sahnedeki dekolte ya da kısa etekler, “sanatçı imajının”
bir parçası olarak kabul görüyordu.
Bugün ise bu algı büyük ölçüde değişti. Toplumun tüketim alışkanlıkları,
medya yapısı, sosyal medya platformlarının yaygınlaşması ve görselliğin ön
plana çıkması, sanatçıların kıyafetlerine aşırı bir odaklanma yarattı.
Sanatçının sesi ve şarkıları değil, "ne giydiği", "kaç dekolte
verdiği" konuşulur oldu. Bu durum, maalesef hem sanatçının kendisini
sınırlandırmasına hem de müziğin ve sanatın asli değerlerinin göz ardı
edilmesine yol açıyor.
Toplumsal değerlerimiz ve normlarımız da bu konunun bir diğer önemli tarafı.
Türkiye gibi kültürel açıdan zengin ve çoğulcu bir toplumda, modernlik ile
geleneksel değerlerin çatışması her daim var oldu. Kadının sahnedeki yeri,
giyim tarzı, ifade biçimi gibi konular toplumda farklı kesimlerce farklı
algılanıyor ve tartışılıyor. Kimi kesimler için sahnede cesur kıyafetler kadın
özgürlüğünün ve ifadesinin bir sembolüyken, kimi kesimler için ise bu tür
tercihler hala “uygunsuz” ve “rahatsız edici” olarak görülüyor.
Burada dikkat edilmesi gereken şey, sanatın özgür bir ifade alanı olduğu ve
bu alanın hem sanatçılar hem de izleyiciler için saygı görmesi gerektiğidir.
Sanatçının sahnede kendini nasıl ifade edeceğine karışmak, özgünlük ve
yaratıcılık alanını daraltmak demektir. Ancak bunun yanında, izleyici ve
toplumun da sanatla ilgili algılarını ve eleştiri haklarını kullanmaları
doğaldır. Bu dengeyi kurmak ise en zor ama en önemli mesele.
Ece Seçkin gibi günümüz sanatçılarının sahne kıyafetleri üzerinden yapılan
tartışmalar, aslında çok daha derin bir tartışmanın parçasıdır: Sanat ve sanatçının
toplumdaki yeri, ifade özgürlüğü, estetik algı, kadın-erkek rolleri ve
toplumsal değerler. Bu meseleleri sadece “kıyafet tartışması” olarak görmek,
meseleyi yüzeysel okumak olur.
Sonuç olarak, geçmişten bugüne sanatçılarımız sahnede cesur kıyafetler
giymekten çekinmemişlerdir. Ancak zamanla medyanın, toplumun ve sosyal
mecraların gelişimiyle kıyafetler daha fazla ön plana çıkmış, sanatın asli
unsurları gölgede kalmıştır. Bizler, müziği, sanatı ve sanatçıyı sadece
kıyafetlerine göre değerlendirmekten vazgeçmeli; geniş perspektifle, toplumsal
ve kültürel bağlamda değerlendirmeyi öğrenmeliyiz. Sanatçıların özgürce
kendilerini ifade ettikleri sahneler, aynı zamanda toplumsal dönüşümün,
kültürel çeşitliliğin ve estetik algının da aynasıdır.
Bu aynaya baktığımızda, sadece dekolte kıyafetler değil, müziğin ve sanatın
gerçek gücü, derinliği ve yaratıcılığı da görünmelidir.
Yorumlar
Yorum Gönder